Yazar; Safire Öztürk Aksarı (Emekli Resim-İş Öğretmeni)
SÖZLÜ TARİHTEN YAZILI TARİHE GEÇİLMELİDİR!
Geçmişimiz aynı zamanda bizim tarihimizdir. Yaş ilerledikçe, kişisel tarihimizi anımsıyor ve sorgulamaya başlıyoruz. Tarih deyince, nedense hep aklımıza ders kitaplarındaki tarih gelir. Oysa; ne kadar çok tarih olduğunu yaşayarak, okuyarak fark ediyoruz. (Türk Tarihi, Osmanlı Tarihi, Sanat Tarihi, Avrupa Tarihi, Eğitim Tarihi, Dinler Tarihi, Siyaset Tarihi…say say bitmez!)
Oysa; kişisel ve yerel tarihimizi yazmak aklımıza gelmez. Bugünlerde (Haziran ayı) öğrencilerin okullarından mezun oldukları ve mezuniyet törenlerinin yapıldığı günlerdir. Salgın günleri olmasaydı, mezuniyet törenleri yapılacaktı. Ben de geçmişime şöyle bir yolculuk yaptığımda, ilkokul eğitimim ve okulum üzerine kişisel tarihime yolculuk yaptım. Haymana Çaldağ İlkokulu’nda okudum. Okulum çok güzeldi ve hiçbir okula benzemiyordu. Yıllar sonra bu binanın bir kilise olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Girişte sahnesi olan büyük salon karşılardı bizi. Sınıflar salona açılırdı. Üstü kubbeli ve camla kaplıydı. O yıllarda Haziran ayı geldiğinde 5. sınıf öğrencileri Ankara’ya otobüslerle götürülür; Anıt-Kabir, eski TBMM, Rüzgârlı Sokak’taki matbaalar, Atatürk Orman Çiftliği (Hayvanat Bahçesi, Tekel Bira Fabrikası), Çubuk Barajı gezdirilir ve Haymana’ya dönülürdü. Geçmiş anlatıldığında şimdilerde müze olan okulun yerel tarihi, o dönemin eğitim tarihi, kişisel tarihimiz ve Haymana’nın sosyal tarihi de ortaya çıkardı. Çünkü; pek çok özel günler (Anma günleri, tiyatro, konser, nişan, sergi, …) orada kutlanırdı. Ben de dahil birçok insanın yerel ve kişisel tarih yazmada ne kadar tembel davranmış olduğumuzu görüyorum.
Öyleyse, sözlü tarihten yazılı tarihe geçilmelidir!