BANYOCU ZAMANI
(1963-1978 Yaz Dönemleri Anıları)
Haymana’ya kaplıcaya gelenlere “Banyocu” denirdi. Şimdiki gibi lüks otellerin olmadığı zamanlarda. Cimcime, Saraçoğlu ve Gürsoy otellerinin dışında daha küçük olanları ve pansiyonlar bulunurdu. Otobüsler sabahtan akşama kadar onlarca insan taşırdı. Kendi araçlarıyla gelenler de olurdu. Çarşı, sokaklar, park banyoya gelenlerle şenlenirdi.
Belediyeye ait olan bir kaplıca, bir de üstü açık Seyran Hamamı vardı. Yarım saat arayla Seyran Hamamı’na dolmuş kalkardı. Şimdiki Karakol’un karşısındaki caddeden aşağıya doğru inen bir yolla gidilirdi. Dere içinde yeşillikler arasında kadın ve erkek bölümleri olmak üzere 2 yüzme havuzundan oluşurdu. Kapıdan girildiğinde ortada havuz, çevresine soyunma/giyinme kabinleri bulunurdu.Çoğu insan eğlenmek, yüzmek için gelir, sonra da ağaçların altında yemeklerini yerdi. Bazı insanlar da kaşıntılarını gidermek için çamur sürünür, bir süre bekler daha sonra yıkanır ve çıkardı. Bu yüzden Seyran Hamamı’nın adı, Uyuz Hamamı idi. Suyu ılıktı.
Merkezdeki kaplıca, Belediye’ye ait tek kaplıcaydı. Sonra Medrese Mahallesi’nde, daha sonra da Kayabaşı Mahallesi’nde birer tane daha Belediyeye ait kaplıca açıldı. O kadar çok banyocu gelirdi ki, oteller-pansiyonlar dolar, halk evlerini banyoculara açmak zorunda kalırdı. Biz de diğer evimizi banyoculara açardık.
Altmışlı yıllarda küçük çocuklardık! O yıllarda insanlar Ankara’dan gelen otobüsleri-minibüsleri karşılar; “İki kişilik yerim var”, “Evim şurası!Banyoya çok yakın!”, “… Otel’de 4 kişilik yerimiz var” diye çağrılarda bulunulurdu. Gelen banyocu aileden birisi otele-pansiyona ya da eve bakmak için gider, beğenir ve fiyatta anlaşırsa eşyalarla birlikte aile tuttukları yere yerleşirdi. Gelen banyocular, kaplıcanın kendilerine şifa vereceğini, iyileştireceğini söyler ve her yıl hemen hemen aynı konakladığı yere gelirdi. Banyocu ile banyocu kabul eden aile arasındaçok sıcak bağlar kurulur, zamanla gelişen dostluklara dönüşürdü.
Banyocular kaldıkları yerin sahibi dışında Haymanalı esnafla da dost olurdu. Örneğin; kaldığı süre boyunca et aldığı kasaptan, Ankara’ya dönerken kilolarca et alırlar, manavdan ya da pazarcıdan da taze sebze ve meyvesini alırdı/yüklenirdi.
Banyocular sadece Ankara’dan değil Türkiye’nin her yerinden olurdu. Nereli olduklarını tahmin etmek, biz çocuklar için oyun gibiydi. Konuşmalarından, giysilerinden nereli olduklarını bilirdik. Örneğin; Kastamonu’dan gelenleri konuşmalarından tanırdık. Genelde romatizmal hastalıkları olanlar gelirdi. Bazıları tatil amaçlı gelirdi. Banyocu pazarlamak için bazı kişiler güçlü belleklerinde kimin evinde kaç oda, kaç yatak…olduğunu tutar ve banyocuları oralara yönlendirirdi. Tabii bu hizmet karşılığında banyocu götürdükleri evden komisyon alırlardı.
Biz çocuklar, genellikle arabası ve genç kızları olan banyocuları tercih ederdik. İkna mı ederdik yoksa onlara sevimli mi gelirdik doğrusu bilemiyorum! Ama çok sevdiğimiz banyocularımız olurdu. Her yıl hiç yer aramadan doğrudan bize gelirlerdi. Akşamüzerleri genç kızlar ve erkekler, ayrı ayrı yürüyüş yapsalar da içlerinden birbirini beğenip evlenenler de olurdu…
Belediye Sineması, Biçer Sineması ve Açıkhava Sineması vardı. Önlerinde tanıtıcı panolar bulunur, hangi filmin oynadığı, kimlerin rol aldığı fotoğraf kareleriyle tanıtılırdı. Ve sinemalar tıklım tıklım dolu olurdu.
Belediye şimdiki Çağ Hastanesi’nin bulunduğuyerdeydi. Bütüncül bir kompleksti. Belediye Binası iki katlıydı. Üst katında; Nikâh Salonu, Belediye Halk Kütüphanesi ve Belediye Sineması vardı. Kütüphane ile nikâh salonlarının altında, manifaturacılar ve eczaneler bulunurdu.
Belediye Binası, kot farkı nedeniyle yüksek bir yapıydı. Bu nedenle altına büyük bir Sümerbank Mağazası açılmıştı. Her türlü kumaş, ayakkabı, battaniye…bulunurdu. Sümerbank’ın sağında umumi helâlar, solunda da hatırladığım kadarıylamerdivenler vardı. Merdivenlerden yukarı çıkıldığında kocaman bir alan bulunur. Merdivenin sağ tarafın başında kahvehane, yanında en az 10 tane kasap dükkânı hizmet verirdi. Merdivenlerin sol başında manav dükkânları hep taze sebze ve meyve satardı. Yine aralarında birkaç tane kasap dükkânı vardı.
Gelen banyocular, Mazhar Öztürk’ün dükkânından kaparo karşılığında küçük piknik tüp alır, kullandıktan sonra tüpleri geri verirlerdi. Parklar, kahvehaneler, lokantalar, köfteciler, çorbacılar, pideciler müşteriyle dolup taşardı.
Bağı-bahçesi olanlar, meyve ve sebzelerini kaplıcaya yakın camimin önünde sergiler, banyocular tarafından çabucak tüketilirdi. Mısır pişirenler/közleyenler iyi iş yapardı.
O dönemlerde ekonomimiz çok canlıydı! Hemen hemen herkesin cebi para görürdü. Mutluydu!
Şimdilerde ise, oldukça lüks oteller olmasına rağmen banyocuların Haymana’nın ekonomisine ve sosyal yaşamına hiçbir katkısı yok!
Neden acaba?