HAYMANALI
Çocukluğumun Haymanasından-17
(Evimiz-3)
Yaşamımızda kullandığımız bazı eşyalar, kokular, tatlar, mekânlar bir anda karşımıza çıkar ve bizi geçmişe götürür.
Günümüzde işlevini yitirmiş olan çocukluğumun küpleri, birer aksesuar olarak salonumun köşelerinde bana geçmişimi anımsatır. Dışına dekapaj yaparak ve vernik sürerek daha uzun ömürlü olmalarını sağladım. Birisinin içi sırlı, diğeri ise sırsız. Sırlı olanın içine reçel, diğerine ise annem peynir koyardı/basardı. Bende olmayan başka küplere sızgıç dediğimiz tuzlu et kavurmasını koyardı. Bizim çocukluğumuzda çanakçılık-çömlekçilik diye bir meslek grubu vardı. Herkesin evinde topraktan yapılmış testiler, küpler, güveçler bulunurdu. Günümüzde güveçler işlevselliğini korusa da küplerle testiler artık yaşamımızdan çıktı.
Teknolojinin ilerlemesiyle pek çok şey hayatımızdan çıktı, yaşamımızı kolaylaştırdı ama o tatlar ve anılar beynimizde/belleğimizde kaldı.
Örneğin, televizyonda saman ithali ile ilgili haberi izlediğimde evimizin avlusundaki Samanlık ve Tandırevi gözümün önüne geldi. Çocukluğumun mahallesinde komşuların çoğunun avlusunda Samanlık ve Tandırevi bulunurdu.
Samanlık
Avlumuzun sağında, kuyunun arkasında penceresi olan bir yerdi. Kapının arkasından tahtalarla bölünmüş kocaman bir odaydı. Yazın köyden getirilen samanı oraya taşır, üzerinde zıplardık iyice yerleşsin diye! Zıplarken eğlenirdik ama tozu da hapşırtırdı bizi. Annem tandıra yakacak olarak kullandığı samanı çuvala doldurur, hazır ederdi.
Samanlığın bir bölümünde muhacir Rahim Ağanın aynı ölçüde kesmiş olduğu odunlar dizili olurdu. Yanında da kışlık kömürler. Pencerenin önündeki bölümde ise, babamın ilkbaharda kuzu olarak alıp kışa doğru etlenip kesilecek olan koyunumuz olurdu. Bazen sayısı ikiye çıkardı. Bağa birlikte gider gelirdik. Bize arkadaşlık ederlerdi. Kesildiği zaman çok üzülürdük. Mahmut kardeşim kendi yiyeceği dondurmayı kuzuya yedirir, kuzu da onun peşinden ayrılmazdı.
Tandırevi
Avlusun sol köşesinde Samanlığın tam karşısındaydı. Tandırevi’nin kapısından girildiğinde sağ yanda bir pencere, tam karşıda da ateş çukuru olan tandır bulunmaktaydı. Tandırın üzerinde topraktan yapılmış dumanın dışarı çıkmasını sağlayan bir baca ve ön yüzünde topraktan raf vardı. Annem buraya “pece gaşı” (baca kaşı) derdi. Elinin altında olması gereken araçlar burada bulunurdu. Kibrit, gaz lambası, gözlemeyi yağlamak için tavşan ayağı, sacı silmek için çeşitli bezler…
Ocağın yanında duvara dayalı oklavalar, pişirgeçler, duvarda asılı ısıran / isiran (günümüzün spatulası) dururdu.
Yerde büyükçe hasır, üzerinde de kilim serilirdi. Ocağın hemen yanında annemin oturduğu pösteki, minder, koluna taktığı kolçakları bulunurdu.
Tandırın bir köşesinde tahtanın üzerinde un çuvalları, duvarda asılı un elekleri, hamur tahtaları, hamur leğenleri, yağ eritmek için tava bulunurdu. Kapının arkasındaysa süpürge, su testisi eksik olmazdı.
Annem ekmek yapacağı zaman mayalanmış hamurundan ısıranla kesip aldığı parçaları unlanmış tahtanın üzerine koyar, daha sonra da elinde yuvarladığı pazıları iteği dediği örtünün üstüne sıralardı. Üstünü örtüyle kapatıp bir süre bekletirdi. Mayası iyice gelen genişleyen pazıları ekmek tahtasının üzerinde alt üst ederek bazlama şeklini verir ve ateşin üzerindeki toprak sacda pişirirdi.
Yufkayı genelde yuvarlak ekmek tahtasının üzerinde, gözlemeyi dikdörtgen şeklindeki ekmek tahtasının üzerinde şekillendirirdi. Yufkayı dışbükey sacın üzerinde, kol böreği, tahinli haşhaşlı, sacarası gibi çörekleri ve pideleri de iki sac arasında pişirirdi.
Üstteki dışbükey sacın üzerine ateş közü koyar, alttaki ateşle üstteki ateş aradaki çöreklerin dengeli pişmesini sağlardı. Annemin yaptığı pidelerin, çöreklerin, gözlemelerin tadını hiçbir yerde bulamadım.
İlkokul, o zamanlar tam gündü. Öğlen yemeğe geldiğimizde pideciye gelmiş gibi farklı tatlarla karnımızı doyururduk. Annemin yaptığı pideler; yumurtalı, ıspanaklı, peynirli, patlıcanlı, kakırdaklı (kavrulmuş et) olurdu. Yanında mutlaka ayran, pekmez ve turşu bulunurdu.
Tandırın üzerindeki sacda annem kavurga dediğimiz buğdayı da kavurur, cebimize koyar, kuru yemiş olarak yerdik.
Annem yıllar içinde yaşlandıkça bacaklarındaki varisler uzun süre oturduğunda onu çok rahatsız ediyordu. Buna rağmen annem inatla yapmaya devam etti. Tandırevi’nin kiremitleri akmaya başlayınca değiştirmek yerine Tandırevi’ni yıktırdık.
Oysa Çetinkayaların ekmek fırınıyla evimizin arası 3 dakikaydı. Misafir geldiğinde ekmek yetişmediğinde zorunlu olarak onlardan ekmek aldığımız olurdu.
Annem yorulsa da ekmek yapmaktan vazgeçmiyordu. Hatta Tandırevi’ni yıktırdıktan sonra bile akrabaların tandırında birkaç kez bazlama, gözleme yapmayı sürdürdü.
Her bazlama yaptığında yaşlı ya da tandırı olmayan komşulara mutlaka bizimle gönderirdi.
Bazen sabah kahvaltısına yetiştirmek için erkenden kalkar, yaptığı sıcak bazlamaların içine tereyağını ya da isteyene küp peynirini koyar, sık kulak sıkma kulak yaparyerdik.
Annem yaşamının son günlerini bizimle geçirdi. Bizimle kaldığı günlerde bile ocağın üstünde yanmaz tava içersinde tandırda yaptığını hiç aratmayan bazlamalar yapmıştı.
Rahmet ve şükranla anıyorum annemi…
SÜRECEK…
28 Ocak 2021