Çocukluğumun Haymanasından (Mahallede Oyun-2)
Grup Oyunları:
Tilki Saatin Kaç?, Ön Dö Turuva (Un, deux, trois/Bir, iki, üç), Mendil Kapmaca, Hırsız-Polis, Saklambaç, Kör Ebe, Yağ Satarım-Bal Satarım, Aç Kapıyı Bezirgân Başı, Ambara Vurdum Bir Tekme, Üşüdüm Üşüdüm a Benim Canım Üşüdüm, Güzellik mi? Çirkinlik mi?, Elim Sende, Ah Benim Turnam, Don-Heykel Ol oyunu.
Grupla ve topla oynanan oyunlar:
İstop, Yakan Top, 7 Kiremit-4 Kiremit, Ortada Sıçan, Al Kardeşim-Bal Kardeşim, Dönme, Voleybol, Topu Bacakların Arasından Zıplatarak Geçirme.
Eşli denge ve uyum oyunları:
“Annem-babam tulumbadan su çeker, su çeker, halka da boynumdan geçer” tekerlemesi eşliğinde karşılıklı 2 çocuk aynı anda uyum içersinde birlikte kaldırdıkları kollarının arasından geçerdi.
“Yerde ne var? Yer boncuk. Gökte ne var? Gök boncuk. Kaldır beni hoppacık!” tekerlemesi söylenerek sırt sırta veren iki çocuk kollarını birbirine kenetler ve sırayla birbirini sırtına kaldırır. Bu oyunu Yaratıcı Drama çalışmasına devam ederken Brezilya’dan gelen bir Atölye çalıştırıcısının uygulaması sırasında “Biz çocukken bunları oynuyorduk” dediğimde çok şaşırmıştı.
“Lâ lâ lâstik. Terazi bastik. Cim bama cim, cim lâstik” tekerlemesini söyleyerek kol kola giren iki çocuk birlikte ileriye doğru seker/zıplar ve sonunda birlikte çömelirdi. (Bu oyunu okulda öğrenmiştik.)
“Dön dön dönelim. Sırt sırta verelim. Vur elleri ellere. Elleri koy bellere.” şarkısı eşliğinde karşılıklı halkoyununu oynardık. (Bu oyunu da okulda öğrenmiştik.)
İple oynanan oyunlar
Tek İple Atlama, Çift İple Atlama, İp Üzerinden Atlama.
Bazı oyunları erkek-kız karışık oynardık. İp atlarken, erkek çocuklar da oyuna dahil olmuşsa diğer erkek çocuklar tarafından eleştirilir, “Oğlum sen kız mısın?” diye kızdırılırdı.
Erkeklerin Oyunları
Birdir Bir, Uzun Eşek gibi oyunları erkek çocuklar kendi aralarında oynardı. Misket, Çelik Çomak, Gazoz Kapaklarıyla oynanan oyunları da genellikle erkek çocuklar oynardı. Bu oyunlarda kazanan/üten kişi olurdu. Misket konusunda kardeşim Mamut 5 misketle oyuna girmişse 15 misket üterek eve gelirdi. Renk renk desenli cam misketler ilgimizi çekerdi.
Dikkat Oyunu: Yine yıllar sonra Drama derslerinde karşıma çıkan okulda öğrendiğimiz, sokakta pekiştirdiğimiz elleri iki kez dizlere, iki kez birbirine vurduktan sonra önce kendi adını, sonra da herhangi birinin adını söyleme oyunu. Dikkat toplama ve tanışmak için güzel bir oyundur.
Kuralsız Oyunlar
Bu kurallı oyunlardan başka o günün koşullarına göre ne bulursak oyun yaratıyorduk. Örneğin; tenekenin üzerinden atlıyorduk, eğilen bir arkadaşımızın üzerinden atlıyorduk. Sırt üstü köprü kurar, yürümeye çalışırdık. O yıllarda Derviş adında bir abi vardı. Güçlü kollarının üzerinde yürür, ters köprü kurar, gösteri yapardı.
Helihoplar çok yaygındı. Plastikten yapılmış büyük halkaları parmağımızda, kolumuzda, belimizde ve boynumuzda çevirir, düşürmemeye, uzun süre çevirmeye gayret ederdik.
Erkek çocukları topaç ve çember çevirirlerdi. Tahta tabancalarla birbirini gizlendikleri yerden vuruyormuş gibi “komencilik” oynarlardı.
Bazı erkek çocukları –bizden büyükler- bir çukur açar, içine karpit koyar, üstüne de kutu yerleştirir sonra ateşleyip kaçarlardı. Teneke füze gibi göğe yükselir, patlama sesi duyulurdu. Ürkütücü, kötü ve tehlikeli bir oyundu.
Çamurla ilgili oyunlar:
Biz, çamurla oynadığımızı sanırdık. Oysa ciddi ciddi seramik yapıyormuşuz. Acı Çeşme’den getirdiğimiz sularla çamur karıyor, toprağı tepe gibi yığıyor üzerine su serpiyor elimizle sertleştiriyor, sonra da elediğimiz toprağı üzerine serpip tekrar sertleştiriyorduk. Kapı açarak içindeki kuru toprağı dışarı çıkarıp bir de baca yeri açıyorduk. İçine kâğıt koyup yakıyorduk. Böylece fırın sağlamlaşıyordu. Sonra çamurdan yaptıklarımızı içine atıp gazete kâğıdı ateşinde pişiriyorduk. Bunlar; gazoz kapaklarının içlerine koyduğumuz çamur kekler, insan ya da hayvan figürleri olabiliyordu. Renkli şişeleri kırıp, parçalarının çamur keklerimizin üzerine saplayarak bilmeden mozaik pastalar elde ediyorduk.
Toprak ev yaparken bazı kıskanç çocuklar, “Gâvur evi yıkılsın yıkılsın, ebem evi yapılsın yapılsın” diye tekerleme söyleyip yapamadıkları evi yıkarlardı.
Biz çocukların ateşle oynamak hoşuna gitse de tehlikenin farkında olan büyüklerimiz, sık sık bizi uyarır, kibritleri elimizden alırlardı.
Yağmurla ilgili oyunlar:
Yaz günü ani bastıran yağmurdan kaçmaz “Yağ yağ yağmur. Teknede hamur. Bahçede çamur. Ver Allahım ver. Sulu sulu yağmur” tekerlemesini söyler, oraya-buraya koştururduk.
Yağmur yağarken gök gürlediğinde saçlarımız uzasın diye saçlarımızı çeker, cebimiz para dolsun diye ceplerimize vurur, sandıklara ne dolacaksa bilmiyorum evdeysek sandıklara vururduk.
Yağmur yağdıktan sonra güneşin çıkmasıyla birlikte gökyüzünde oluşan Gökkuşağı ya da Ebemkuşağı çok ilgimizi çekerdi. Gökkuşağı’nın altından geçenlerin cinsiyet değiştireceği söylenirdi. Biz de merak ederdik. Büyüklerimiz “Gökkuşağı göründüğü gibi yakın değil, siz gittikçe Gökkuşağı da uzaklaşır” diye uyarırlardı.
Biz çocuklar istemeyerek de olsa başkalarını rahatsız ediyormuşuz. O zamanlar farkında değildik. Örneğin; Satoların kapısının önünde taş oynardık. Emine abla çok kızar ve bizi kovardı. Çok haklıymış! Çünkü, küçük bebeği bizim yüzümüzden uyuyamıyormuş. Şefika teyzelerin bahçesine düşen her top patlatılmış ya da yırtılmış olarak sokağa geri dönüyordu. Onlar da haklıymış! Çünkü, bahçede çamaşır yıkarken ya da herhangi bir iş yaparken aniden başlarına düşen top elbette sinirlendirirdi. Ama biz çocuklar bunların farkında değildik.
Biz çocuklar oyun oynarken bazen anneler de kapı önünde oturur el işlerini yaparlardı. Kimi dantel örer, kimi etamin(Seyrek dokunmuş ve seyrek dokunmasından dolayı üzerinde küçük küçük delikler bulunan bir çeşit pamuk, keten ya da ipek kumaş. Üzerinde bulunan delikler sayesinde örnekleme kolay olduğu için sıklıkla ‘etamin işi’ adı verilen el işlerinde kullanılır) işler, kimi örgü örerdi.
Anneler evlerinde yemek yaparken, iş yaparken kardeşlere bakmak ablaların/abilerin göreviydi.
Oyun konusunda kız çocukları sanırım daha yaratıcı oluyordu. Çünkü evlerimizden getirdiğimiz örtülerle ev yapar, giysi yapar, değişik kılıklara girerdik.
Oyuna kendimizi öylesine kaptırırdık ki, akşam olduğunun farkına varmazdık. Büyüklerimiz “Yemek sofrası hazır, haydi eve!” deseler de kimsenin gitmeye niyeti olmazdı. Sanırım yetişkinlerden birisi ellerini kubbe şekline sokar yüksek sesle “Evli evine. Köylü köyüne. Yolcu yoluna. Evi olmayan sıçan deliğine” der demez herkes evine koşardı.
27 Ağustos 2020
SÜRECEK