HAYMANALI
Çocukluğumun Haymanasından-7
(Bağ’ımız)
Komşularımızın çoğunun Bağ’ı vardı. Yaz aylarında ara sıra Bağ’a gider; elma, üzüm, kayısı toplar getirirlerdi. Biz de özenirdik. Babamdan Bağ’ımız olsun istedik. Babam da Avukat Niyazi Bey’in Bağ’ını satın aldı. Artık çok mutluyduk. Bizim de başkaları gibi gidip geleceğimiz bir Bağ’ımız olacaktı.
Oysa babamın aklından dört dörtlük bir Bağ Projesi geçiyormuş.
O günden itibaren emeğin, alınterinin, zamanın ve paranın harcandığı ve karşılığının alındığı bir yer olacaktı.Bağ’ımız 14 dönümdü. 1964-1990 yılları arasında toplam 26 yıl kullandık.
Bağ’ımız Yılaneser Tepesi’nin eteklerinde dereli-tepeli bir araziydi.
Bağ komşularımız: Solumuzda Kürt Cevahir teyzelerin (Oğlu Mehmet Ali Ayrancı sınıf arkadaşımdı), yukarıda Tatar Nazım amcaların, solunda Satoların, aşağı tarafta ise Mahmut Efendilerin Bağları vardı.
Bağda küçük bir çeşme bulunmaktaydı. Ama babam sondaj yaptırarak suyun başından itibaren havuz yaptıracağı yere kadar boru döşetti. Daha sonra da 50 tonluk havuz yaptırdı. Su Bahar aylarında çok olur havuzu doldururdu. Yaz’ın su azalırdı ve hiç kesilmezdi. Havuzun alt kısmına dışarıdan vana taktırdı ve ucuna da hortum bağlattı.
Havuzun önündeki düz alan bostan yerimiz oldu. Annem o alanı çapaladı, otlarından ayıkladı, kare şeklinde karıklar hazırladı ve oraya soğan, maydanoz, nane, domates, biber, salatalık, patlıcan dikti.
Öte yandan tüm aile seferber olduk. Babam Ziraat’tan (O zamanlar Başdeğirmen’in olduğu yer, Ziraat’in Fidanlığı idi) çeşitli meyve fidanları aldı. Hafta sonu hep birlikte ağaç diktik. Biz çocuklar taşıyabileceği kadar su doldurarak tenekelerle su taşırdık. Fidanların tutmasını sağladık.
Babam gündelikçi tutar, tüm Bağ’ı belletirdi. Annem nerede bir ot görse yolar, Bağ’ı ayrık otlarından temizlerdi.
Babam Ziraat Bankası’ndan kredi çekerek Bağ’ın tüm çevresini dikenli telle ve çalılarla çevirtti.
Yaşlı ağaçları budayarak ve aşı yaparak gençleştirdi. Bir elma ağacına üç farklı aşı yaparak, aynı ağaçtan üç farklı elma topladık.
Babam tarım ilaçları sattığı için ağaçların ne zaman, neye karşı ilaçlanacağını bilir, vakti geldiğinde holder makinesiyle ilaçlardı. makinenin bir parçası bozulduğunda hemen otobüse atlar Ankara’ya gider alır gelirdi. Bağ birinci derecede önem kazanmıştı. Dükkândan kazandığını Bağ’a, tarladan kazandığını da dükkâna yatırıyordu.
Bağ’ın ilk yıllarda getirisi yoktu ama harcamaları çoktu. Bağ iki bölümden oluşuyordu. Ortadan yol geçiyordu. Küçük bölüme iki odalı içinde ocağı olan üstü kiremitli güzel bir ev yaptırdı. Arka tarafa tuvaleti, evin yan tarafının altına da bağ araç-gereçlerini koymak için bir oda yaptırdı.
Biz başkaları gibi ara sıra gideceğimizi düşünürken, artık her gün sabah gidip akşam dönüyorduk. Diktiğimiz ağaçları, annemin diktiği bostanı suluyorduk. Babam her yıl küçük bir kuzu alır, Baharla birlikte o da bizimle Bağ’a gider gelir, çayırlıkta otlanırdı. Mahmut’un sesini tanır, peşinden ayrılmazdı.
Bağ evinde pilli küçük bir radyo dünya ile iletişimimizi kurardı. Annem iş yaparken, ben de kitap okurdum. Ara sıra bağlarına gidenler su ister, iletişim kurardık.
O zamanlar kır bekçisi Nizam amca vardı. Ara sıra uğrar varlığını hissettirirdi.
Bağ’ı aldığımızda üzüm omcaları vardı ama babam farklı asma çubukları da dikerek üzüm çeşitliliğini arttırdı. Her türlü üzüm vardı. Kara gevrek, gelin parmağı, çavuş üzümü, çekirdeksiz üzüm, pekmez üzümü gibi… Armut, elma, erik ağacı vardı ama babam daha da çeşitlendirdi. Yaz armudu, Kış armudu, sakal ıslatan, Malatya armudu, söbü armut gibi… Amasya elması, starking, Yaz elması,mayhoş elma, ekşi elma, gazoz elması, golden elma, gibi… Malatya kayısısı, şekerpare… adını anımsayamadığım pek çok kayısı ve erik çeşidi olduğu gibi ceviz, badem, üvez, ayva, vişne ağaçlarımız da vardı.
Haymana’daki evimizin kilerinin tavanı ağaç kalaslarla kaplıydı. Annem Sonbahar’da Bağımızdan topladığımız meyveleri iplerle tavandaki çivilere asardı. Örneğin; üzüm salkımlarla, üvez salkımlarla, kavunları… Ayrıca Kış’a dayanıklı elma, ayva ve armutları da kâğıtlara sarar sarar sandıklardık. Evin her yanı mis gibi meyve kokardı.
Kilerde terazi bulunur, Kış’ın elma, ayva, armut almak isteyenler eve gelerek parasıyla alırdı.
Misafir gelenlere ise, bol bol ikram edilir, yemezlerse giderlerken yanlarına verilirdi.
Ayrıca canı kavun, üzüm çeken hamile ve yaşlılara da ilaç olurdu annemin astıkları.
Bağımız aldığımdan birkaç yıl sonra cennet gibi olmuştu. Ama hep gözetim altında tutmamız gerekiyordu. Çünkü kapıları açıp içeriye inek salıyorlardı. Bu da ağaçların kırılmasına, annemin emeklerinin yok olmasına neden oluyordu. Gece hırsızlar çuvallarla elma çalıyordu. Bu nedenle bağda gece-gündüz kalacak bir bekçiye ihtiyacımız vardı. Çorum’dan ve Yozgat’tan gelen bekçilerimiz oldu. Bir süre sonra gitmek zorunda kaldılar. En uzun erimli, gece-gündüz, Yaz-Kış sürekli kalan ve aileden biri gibi olan Oyacalı Yakup amca uzun süre bağ evinde kaldı. İki günde bir Haymana’daki evimize gelerek yemeklerini götürürdü. Kış aylarında gelirken mantar toplar, “Hacı bacım bunlar zehirli değil, ben yedim!” derdi. Rahmetle ve sevgiyle anıyorum.
Yakup amca ölümüne yakın bekçiliği bıraktığında bizler de meslek sahibi olmuş, çoluk-çocuğa karışmış, artık Yaz aylarında da gelemez olunca Bağ’ımızı satmak zorunda kaldık.
Yaz tatillerimizin çoğu Bağ’da geçti. Haziran ayında yaprak toplamakla başlar, vişne ile sürerdi. Ardından armutlar, elmalar, erikler, kayısılar, üzümler, ayvalar, cevizler derken Ekim ayının sonuna kadar hasata devam ederdik.
Meyve toplarken bizleri annem yönlendirirdi. Olgunları almamızı, yere düşürmeden toplamamızı tembih ederdi. Meyveleri sınıflandırırdı. Ezik olmayan en iri ve olgun olanları ayırır ayrı bir sepete koyardı. Ezik ve düzgün olmayanları ayrı bir sepete koyar, kuşların gagaladıkları kısımları atar, doğrar güneşte kurutmaya bırakırdı. Kendiliğinden düşen meyveleri de hayvanların yemesi için ayırırdı. Emeğini korur, israf etmezdi.
Yaz boyunca meyvelerin olmasına bağlı olarak, bazen her gün, bazen iki günde bir meyve toplardık. Azsa omzumuzdaki sepetlerle, biraz daha çok çıkarsa Tatar Nurettin (Ünlü) amcanın at arabasıyla daha da çok topladığımızda traktörle eve getirirdik. Evden sepetle taşıyarak merkez kaplıcanın yakınındaki caminin önünde diğer satıcılarla birlikte annem de meyvelerini satardı. Bazen dükkânımızın önünde sattığı da olurdu. Bu yüzden annemin cebinde hep parası bulunur, ev ihtiyaçlarını alırken rahat harcardı.
Bağımızın ürünleri aynı zamanda kışlık yiyeceklerimizdi. Vişne, kayısı reçeli, erik marmelâtı ve pestili, kazanlarla kaynayan pekmez. Köfter ve cevizli üzüm sucuklar ayrıca üzüm pestili ve sirke de yapılırdı. Yaz boyunca kurutulan kayısı, elma, armut kuruları da Kış günlerinin yemek öğünlerinin yanında hoşaf olurdu. Bol ve bereketli günlerdi. Ama çalışmadan olmuyordu. Keşke bağımızı sattığımız insanlar da bizim gibi bakabilselerdi, koruyabilselerdi!
Yıllar sonra sattığımız bağı ziyaret ettiğimizde tam bir hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü annemin bostan ektiği yer yoktu. Havuz duruyordu ama önündeki toprak parçası yok olmuştu. Çünkü ağaçlar kesilmiş, üzüm omcaları sökülmüş, yağmurlarla toprak dereye sürüklenmiş ve yok olmuştu.
Masal gibi anımsadığım anılar yok olmuştu. Anılar canlı tutulabiliyorsa kişinin o yerle bağı kopmaz. Ama anılar korunmuyor, yok ediliyorsa eski ağız tatları yoksa o kişinin o yerle de bağı zayıflar ve kopar.