Çocukluğumun Haymanasından
(Mahallede Oyun-1)
O yıllarda mahalle deyince, sokak deyince; yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve oyun aklıma geliyor.
Oyun; biz çocuklar için yeme-içme kadar önemliydi. Bedensel, ruhsal rahatlamamızı sağlıyordu. Biz sokağın çocukları, kardeş gibiydik. Her evde en az 2, en fazla 7 çocuk vardı. Biz 6 kardeştik. İmece, anneler arasında olurdu. Ekmek yaparken, çamaşır yıkarken, halı silkelerken… Belki de yardımlaşmayı ailelerimizden öğrenmiştik, sokakta da oyunlarla pekiştirmiştik.
İki çocuğun tek bir topla oynarken birbirine söylediği şu sözler gibi:”Al kardeşim, bal kardeşim / Ben yoruldum sen oyna / Oynamazsan / Topu bana geri yolla.” Lâstik topla oynanırdı.
Oyun oynarken, yemek yemeyi su içmeyi unuturduk. Sanki karnımız oyunla doyardı. Bu nedenle olsa gerek annelerimiz, üzerine reçel ve yağ sürülmüş ekmekleri ellerimize tutuştururlardı. Genelde memur çocuklarının ekmeklerinin üzerinde “sana yağı” olurdu ve biz “tereyağı” yiyen çocuklara çok hoş kokardı, ekmeklerimizi değiştirirdik. Arada bir tahta kutularda satılan şimdiki “şokella” (chokella)’ya benzeyen pekmezden yapılmış kahverengindeki “ağda”sürülürdü ekmeklerimize. Çok doğal ve yararlı bir yiyecekti.
Oyun; öğrenme, iletişim, paylaşım, güven, yaratıcılık, deneyim, eğlenme, coşku, sevinç, heyecan ve merakı da içinde barındırır.
Böylece çocuk; sırasını beklemeyi, başkasının hakkını gözetmeyi, hak aramayı, sabırlı olmayı, paylaşmayı ve empati yapmayı öğrenir.
Benim çocukluğumda öğrendiğim pek çok oyun yıllar sonra “Yaratıcı Drama” kurslarına gittiğimde karşıma çıktı. Çünkü, Drama’nın temelinde oyun vardı. Oyun/Drama, günümüzde ders öğrenme ve öğretme yöntemi olarak kullanılmaktadır. Drama liderliğim sırasında pek çok konuyu oyun yoluyla öğrencilerime eğlenerek öğrettim. Öğrenciler drama dersini iple çeker olmuşlardı.
Çocukluk yıllarımızda okul tam gün olmasına rağmen sokakta oynayacak vaktimiz oluyordu ya da tatil günlerimizde sokağı tam gün kullanıyorduk. Büyük ihtimalle okulda öğrendiğimiz oyunları sokakta pekiştiriyorduk. Şimdiki çocukların parayla öğrendiği pek çok şeyi biz bedavadan öğreniyorduk. Yüzmeyi hamamda öğrendik. Seramik yapmayı sokakta öğrendik. Rontdiye bilinen müzikli-şarkılı oyunlar ve halk danslarını okulda öğrendik. Okula yürüyerek gidip geliyorduk. Servis parası ödemiyorduk. Suyu musluklardan kana kana içiyorduk. Yemeğimizi evde yiyorduk. Sadece simit, şeker, çay, çikolata, sakız, patlamış mısır, çekirdek bir de tombalaya para ödüyorduk.
Sokaklar, parklar. Bahçeler bizim için aynı zamanda öğrenme ve öğrendiklerimizi paylaşma alanlarımızdı. Coşkuyla oynadığımız bu alanlar bazen de farkına varmadığımız tuzaklarla doluydu. Daha sonra bahsedeceğim bundan. “Oyun Kazaları” başka bir yazımın konusu olacak.
Oyun başlamadan önce ebeyi ya da tarafı belirlemek için bazı yöntemler kullanılırdı.
Örneğin;
Yazı mı? Tura mı?: Bozuk para havaya atılır, yere düştüğünde resimli tarafı “Tura” yazıların olduğu taraf ise “Yazı” olurdu.
Yaş mı? Kuru mu?: Düz bir taşın bir yüzeyine tükürülür, diğer tarafı kuru kalırdı. Ebe, buna göre belirlenirdi.
Adımlayarak: İki gruptan birer kişi karşılıklı belirli bir mesafeden “Aldım. Verdim. Ben seni yendim” diyerek adım atarlar. Adımı fazla gelen oyun arkadaşlarını seçer ya da oyunu başlatan olurdu.
Tekerleme söyleyerek (Sayışma): “Portakalı soydum. Başucuma koydum” gibi, “A-a asma, be-be basma, se-se sümbül, menekşe gül” gibi bazen de “İngili mingili ablindo. Abli abli ablindo. İngili mingili ablındıs” gibi.
O dönemde içinde ırkçılık söylemi olan şu tekerleme de çok gündemdeydi:
“1-2-3ler, Yaşasın Türkler! 4-5-6, Polonya battı. 7-8-9, Rusya domuz. 10-11-12, İtalya tilki. 13-14-15, Amerika kalleş. 16-17-18, Yedi bir Portekiz” ya da “Han kapısından girdim içeri. Yahudiler oturmuş dört köşeli. Vando vando vando güzeli”tekerlemesinin anlamını bilmeden sayışmalarımızda şarkı gibi söylerdik.
Renk tutarak-Ad tutarak-Sayı belirleyerek: İki gruptan birer kişi uzaklaştırılır. Gruplar kendi aralarında bir renk ya da ad / sayı belirler. Uzaklaştırılanlar çağrılır, belirlenen ne ise onlara sorulur. Yanıta göre, oyun başlatılır.
Oyunda kuralların baştan konması iyi oluyordu. Çünkü birbirimizi beklemeyi, üstlendiğimiz rolü oynamayı, yardımlaşmayı, oyun içinde (takım ruhunu) gerçekleştirebiliyorduk. Ama yine de mutlaka “mızıkçılar”çıkıyordu aramızdan. Oyuna son veriliyor, oyun yeniden baştan kurgulanıyordu. Eğer “mızıkçı” oyuna uyum sağlayacağına söz verirse oyuna alınıyor, yoksa oyun dışına çıkarılıyordu. Oyun başladığında “mızıkçılık” yapan oyuna dışarıdan müdahale ederek oyunun düzenini bozmaya çalışırdı. Örneğin; 4 kiremit ya da 7 kiremit üst üste konup çevresine bir daire çiziliyordu. Başında birisi bekler, kiremitleri vurarak düşürecek olan kişi de 3 metre ilerideki çizgiden topu yuvarlardı. Topu atan çocuğun kiremitleri düşürememesi için “Ortada kuyu var, yandan geç” diye ya da sihir yaparak engelleyeceğini, moralini bozacağını düşünürdü. Demekki sihir, her dönemde çocuğun hayal dünyasını etkiliyormuş. Günümüzde de sihirli filmler, diziler hâlâ güncel.
Kırmızı kiremit parçaları, kömürler, kireç taşları, tebeşirler bizim oyun alanımızı çizmekte kullandığımız araçlardı. Çünkü her oyunda onlara ihtiyacımız vardı.
Özellikle sek sek oyununda, 5 taş, 32 taş gibi küçük taşlarla el üstünde oynanan oyunlarda, dama oyununda (yüzeye kare şekli çizilir, içindeki karelerde taş sürerek oynanırdı) 7 kiremit, 4 kiremit gibi oyunlarda… Daha pek çok oyunda başlangıç ve bitiş yerlerini belirlemede o araçlara ihtiyacımız olurdu.
Safire Öztürk Aksarı
27 Ağustos 2020
SÜRECEK