HAMAM MÜZESİ GEREKLİDİR!
Haymanalı için “Hamam”, dışardan gelenler için “Kaplıca!”
Çünkü; Haymanalı için hamam, yıkanmaya, aklanmaya, paklanmaya, temizlenip yorgunluk atmaya gidilen yerdi.
Oysa; Haymana dışından gelenler için ağrılarına, sızılarına, hastalıklarına derman olsun diye şifa bulmak için gelinen yerdi.
Ben geçmişten (1963-1978) çocukluğumuzdaki eski yıkılan, yok edilen hamamdan söz edeceğim. Hem mimari olarak, hem de yaşanmışlık olarak bir bellekten / tarihten konuşmak istiyorum.
Ne yazık ki, tarihi eserlerine sahip çıkamayan, onları koruyamayan, yok edilmesine seyirci kalan bir milletiz! Şanssızlığımız Beypazarı’nı turistik bir ilçeye dönüştüren Mansur Yavaş gibi bir belediye başkanına sahip olamamız…
Haymana’daki eski hamam, karşısında Şehir Oteli olarak anılan Han, Belediye Kompleksi ve Hâl, bazı tarihi evler yıkılmamış, korunmuş olsaydı, şimdi bambaşka turistik bir yer olacaktı. Bizler Haymana’ya geldiğimizde anılarımızı yaşıyor olacaktık…
Eski Hamam, sevimli, özgün bir mimari yapıya sahipti.
Dışarıdan görünüşü pek ilgi çekmezdi. Kubbelerinin dışında… İki girişi vardı. Birisi; Kadınlar Hamamı, bitişiği de Erkekler Hamamı.
Bilet alıp içeriye girildiğinde, büyük bir Giriş Salonu vardı. Sol tarafında büyük bir oda, içinde de en az 20 adet kanepe bulunurdu. Bu oda, daha çok kış mevsimlerinde tercih edilirdi. Çünkü; içeriyi ısıtan büyük bir sobası vardı.
Büyük odanın yanında birkaç basamaklık merdivenle sola dönüldüğünde, 2’şer kişilik karşılıklı en az 20 oda bulunurdu.
Büyük salondan aşağı doğru çok geniş -20 basamak olabilir- merdivenle inilirdi. Yine sol tarafta 2’şer kişilik odalar bulunur, önü hava almak için çıkılan “soğukluk” bölümünde lâvabo ve tuvaletler yer alırdı.
Merdivenin bitiminde sağda tonozlu bir geçişten, asıl yıkanma bölümüne geçilirdi.
Yıkanma bölümü; çok yüksek kubbeli, ortasında havuz ve havuzun kenarlarında kurnaların bulunduğu oturarak yıkanacak yerleri olan genişçe bir alandı.
Havuzun kenarları yaklaşık 70 cm yükseklikte olup, korunaklı bir biçimde çerçevelenmişti. Havuza merdivenle iniliyor ve basamaklardan oluşuyordu. Her basamakta havuz, biraz daha derinleşiyordu. Büyük bir kurnadan akan doğal şifalı su, havuzu doldururdu.
Ben de dahil pek çok Haymanalı, ilk yüzme deneyimlerimizi burada gerçekleştirdik.
Hamam, Haymanalı için sosyal etkileşimli bir yerdi. Herkes birbirini tanır, selâmlaşırdı. Bayram yeri gibi olurdu. Küçükler büyüklerin ellerinden öper, büyükler birbirleriyle sarılır, öpüşür, hâl-hatır sorardı. Gençler; yaşlıların saçını yıkar, sırtına kese sürerdi / atardı. Çocuklar için bazen eğlenceye dönerdi yıkanmak… Örneğin; fanilâyı sabunlar, içine su konulan hamam tasının üstünü fanilâylakapatır, bir ucundan üfler ve sonunda da tasın üstünde binlerce baloncuk oluşurdu. Tümünü birden üflediğinde ise, rengarenk baloncuklar havada uçuşurdu…
Kadınlar Hamamı’nda hizmet eden kişiye “natır”,Erkekler tarafında hizmet eden kişiye ise, “tellâk” denirdi.
Hamama gitmeden önce “Hamam Takımı” hazırlanırdı. Hamamda kullanılacak eşyalara, “Hamam Takımı” denirdi. Ya bir bohçanın içine ya da valize / bavula konurdu. İçine konulanlar: havlu, hamam yaygısı, tas, tarak, sabun, kese, topuk taşı, şampuan ya da baş kili, lif, fıra/peştamal, kombinezon, takunya. Bu gereçleri götürmeyenler, hamamdan da temin edebilirdi.
Hamama gittiğimizde bilet aldıktan sonra, bizi natırlardan birisi karşılardı. Aileden biri gibiydiler, sevecenlerdi. Adları; Nazik, Fatoş, Nadire, Ayşe (Ayşa) idi. Hangisi denk gelirse; annem valizi açar, hamam yaygısını kanepeye sererken natır içinde lif, sabun, tarak, kese bulunan hamam tasını alır, aşağıya indirir, boş bir kurnanın yanına koyardı. Biz de tek tek iner, tasımızın olduğu yere oturur, yıkanırdık. Daha çok annem bizi yıkardı, büyüyene kadar.
Yıkanma işlemi bittiğinde, natır havlularımızı getirir, büyükler kendileri sarılırdı. Küçükleri ise, natır kucağına alıp soyunma odasına çıkarırdı. Annem çocukları teker teker giydirir, ellerine de ya meyve ya da içinde peynir olan ekmek verirdi. Banyo sonrası bu çok tatlı gelirdi.
Annem natıra hizmetinin karşılığını verir, eve geldiğimizde babam evdeyse, hepimiz sırayla elini öperdik, o da bizi koklardı.
Annem çok yorulurdu ama hiç yoruldum demezdi. 5 çocuğu yıka, giydir, doyur, eşyalarını taşı…. Hiç mi hiç kolay değil!
Hamam kültürünün bir başka yönü, “Gelin Hamamı” ve “Damat Hamamı”.
Kına Gecesi öncesinde Gelin Hamamı ya da Damat Hamamı ritüeli / töreni yapılırdı.
Gelin özel giysileri içinde başında şeffaf, pullu, kırmızı renkli bir örtüyle arkadaşlarının kollarına girmiş olarak yürürdü. Yanında ve arkasında akrabaları, arkadaşları, komşuları bulunurdu. Gelinin yanındaki arkadaşlarından birisi, gelinin hamam bohçasını ellerinin üzerinde taşırdı. Grubun önündeki zurnacı türküler çalarken, davulcu da tokmağıyla eşlik eder, çeşitli gösterilerde bulunurdu.
Yine Damat Hamamı töreni de, aynı şekilde damadın evinden hamama kadar arkadaşlarının eşliğinde eğlenceli bir şekilde sürerdi. Yalnız farklı olarak damadın arkadaşları, kadın kılığına girerek davul-zurna eşliğinde oynarken çeşitli gösteriler yaparlardı.
Haymana’nın köylüleri “Haymana’ya” değil, “Hamam’a gidiyoruz” derlerdi. Haymana’da işi olan –örneğin; mahkemesi, tapu, alışveriş ya da hasadını kaldırmışsa- Hamam’a gelir, yıkanır öyle köyüne dönerdi. Bazen traktör dolusu insan gelirdi köylerden.
Tüm bu yaşanmışlıklar derlenerek bir “Hamam Müzesi”ne dönüştürülse ne kadar güzel olur…
Kullanılan araç-gereçler, varsa fotoğraflar, bir araya getirilerek bir ev restore edilerek “Hamam Müzesi”ne dönüştürülmelidir…
Haymana’nın Kaymakamı, Belediye Başkanı el atsa, yapılmayanı yapsa! Tarihe iz bırakanlar arasına girseler…