HAYMANALI
Kar Kuyusu
Nasıl ki kışları çok yoğun geçtiği için yazdan itibaren kışa hazırlık yapılıyorsa, kışın da yaz mevsiminin sıcaklığını serinletmek için buz gibi kara ihtiyaç vardı. Bu nedenle de kar depolayan kişiler vardı. Bunlardan birisi de Arabacı Tatar Nurettin (Ünlü) amcaydı.
Çocukluğumuzda kış, kış gibi geçerdi. Hatta kara kış gibi geçerdi. Yarım metreden fazla kar yağardı ve günlerce yerden kalkmazdı. Koşullar zor da olsa, yaşam normal seyrinde sürerdi. Okullar tatil olmaz, dükkânlar kapanmaz, kaplıca da her daim açık olurdu. Ankara-Haymana arasında otobüsler zincirli de olsa gider gelirdi. Nafia dedikleri Karayolları çalışır, yolları açarlardı.
Nurettin amcanın KarKuyusu dedemlerin (Ziya Öztürk) evinin üst tarafındaydı.
Dedemlerin evi Haymana’nın çıkışındaki son evden bir önceydi. Son ev şimdiki Seyran kaplıcasının bulunduğu yerde, bir gecekonduydu. Burada Nafia’da çalışan İsmail, eşi İfakât ve kızları yaşıyordu.
Dedemlerin evi ise hâlâ aynı yerde (Şimdiki Endüstri Meslek Lisesi’nin karşısında, SGK’nin bir altında) iki katlı pembe boyalı ev. Önünde kayısı ağaçları var ve yol seviyesinin oldukça üstünde. Merdivenle çıkılıyor.
Ankara yolunun iki yanı şimdiki gibi yolun seviyesinde değildi. Bu yüzden bir tek dedemlerin evi yüksekte kaldı. O yıllarda Ankara yolu ancak iki aracın yan yana geçebileceği kadar genişti. Yol kenarları toprak tepelerle devam ediyordu. Kışın kar yağdığında beyaz bir tünel gibiydi. Çok ıssız ve ürkütücüydü. Hele de kar tipiye dönüşmüşse göz gözü görmezdi. “Kuş uçmaz kervan geçmez” sözünü anımsatırdı.
Evimizdeki radyodan dinlediğimiz Radyo Tiyatrosu adlı programda “Uğultulu Tepeler” adlı oyunu dinlerken, gözümün önüne bu manzara gelirdi.
Dedem öldükten sonra artık oraya dayımların evi demeye başladık. Zaten orada onlar (Necmettin Öztürk) oturuyordu.
Kış mevsimi ne kadar karlık ve soğuk geçiyorsa, yaz mevsimi de o kadar güneşli ve sıcak geçiyordu. Biz, dayımlara havalar ısınmaya başladığında giderdik. Dayımın çocuklarıyla biz, hep birlikte çevreyi keşfetmeye çıkardık. Dayımların evinin üst tarafında, yamaçta Nurettin amcanın Kar Kuyusuilgimizi çekerdi.
Hele biz oradayken Nurettin amca at arabasıyla gelmişse, bir avuç kar istemek için heyecanla koşardık. Yazın ortasında bembeyaz karı görmek, yemek hoşumuza giderdi.
Tatar Nurettin amca at arabasına serilmiş kendir çuvalının arasına testereyle kestiği karları koyar ve üstünü yine çuvalla örterdi. Sonra da çarşıya doğru aşağı inerdi. Kendi yaptığı dondurmaları seyyar tekerlekli arabasında satardı.
Nurettin amcanın Kar Kuyusu yamaca doğru bir yerdeydi. Toprak oldukça derin kazılmış kare biçiminde bir alandı. Biz son hâlini görüyorduk. Oysa dayımın çocukları (Nefise,rahmetli Osman, Ömer, Medine ve yaşı benden küçük olan teyzelerim Sevim ve Selma) karkuyusunun hazırlanışını kışın görüyorlar ve bize anlatıyorlardı.
Nurettin amca, kuyunun tabanına tahtaları yerleştiriyor, üzerini de karla dolduruyormuş, arasıra üzerine su serpipodundan yapılmış silindir bir Loğ ile karları sıkıştırıyormuş. En üzerine de samanın irisi olan sapları yerleştiriyor tahtayla kapatıyormuş. Kar kuyusununüzeri tahta bir çatıile kapatılmıştı. Nurettin amca kuyuya yine küçük bir tahta kapıdan girer, tahta merdivenden iner, karları testereyle kesip merdivenden yukarı çıkar
Nurettin amcanın, dondurmacı Arnavut Selim amcanın, koluna dondurma kabını takarak sokak sokak dolaşarak satan Hasan ağabeyin ve başka dondurmacıların dadondurmaları çok güzel olurdu.
Yaz sıcağında vişne suyu, koruk suyu içine atılan kar ya da buz insanları serinletirdi.
Ayrıca Arnavut Selim amcaların pastaları, bezeleri de harika olurdu. Nurşen abla, pastaneye renk katardı.
Arabacı Tatar Nurettin amca dondurmacılığın yanı sıra bizim ailemizden biri gibiydi. Çünkü bağımızdan topladığımız ürünleri getirmek için onun at arabasına ihtiyaç duyardık. Tam bir emekçiydi. Sevdiğimiz, güvenduyduğumuz bir insandı.
O yıllarda yaz günleri çok sıcak geçtiğinden çarşı vesokaklar arazözle sulanırdı. Çocukların bazıları ıslanmayalım diye kaçışırken, bazıları da inadına peşinden koşar ıslanırdı.
O yıllarda 3 metre yerin altından su çıkardı. Pek çok evin bahçesinde kuyuvardı. Mahalle aralarında çeşmeler bulunurdu. Su hiç bitmeyecekmiş gibi hoyratça kullanılırdı. İklimin de değişmesiyle karlar yağmaz oldu, yeraltı sularıda daha derinlerden çıkarılmaya başlandı.
Buzdolaplarının hayatımıza girmesi, karyağışlarının yeterli olmaması nedeniyle karkuyuları da yaşamımızdan çıkmış oldu.
Kar yeteri kadar yağsa bile hava kirliliği nedeniyle eskisi gibi temiz olmayacaktır. Kışın karın içine pekmez koyarak yediğimiz Karsambaç (annem öyle derdi) diğer adıyla Kargaburun yiyemiyoruz artık!
Ege bölgesinde (özellikle eşimin memleketi Ödemiş ve komşu ilçe Tire’de) yaz aylarında hâlâ çok yaygın olan karhelvası, parklarda, pazarlarda halkın rağbet ettiği bir içecek. Karlar Beydağ ve Bozdağ’ın zirvelerinden getiriliyor. Bardaktaki karadut ya da vişne şurubunun içine kar katılarak kaşıkla yeniliyor. İsteyen üzüm pekmeziyle de tüketiyor.
Adana’da ise, Torosların karı ile yapılan “bici bici” yaz aylarında oldukça rağbet görüyor. Bir gezimizde Baraj kenarında oturup yemiş ve serinlemiştik.