BÜLENT HAN- Yarın Var Üretmekle
“Doğayı katleden, insanlığa ve tüm canlılara yaşamı dar eden acımasız bir kapitalist dönemin sonuna doğru geliyoruz. Kaynaklar tükenince paranın yenmeyeceğini hissetmeye başlıyor insanlık. Kapitalistler para kazanmak için sınır tanımayan bir anlayışın hâkim olduğu evreye, uluslararası işgal ve sömürü biçimiyle geçeli çok oldu. Her şeyi çok para kazanmak için satabilecek bir ahlaka gelmişlerdi. Her şeyi daha çok kârla satmak için yapmayacakları şey yoktu. Her türlü usulsüz olanı kâr için yapabiliyorlar. Gıdaları bozmak, en başta gelenlerinden. İnsan ve doğaya zarar veren her türlü kimyasalı kullanmakta sınır tanımıyorlar. Hatta devletler kamuoyu tepkisi oluncaya kadar bu konularda bir şey yapmıyor.” Demişiz daha bu Ocak Ayı ortalarında, henüz dünyayı bu virüs belası kasıp kavurmadan. Şimdi bize gösterdiği ve verdiği dersler ışığında geleceğe dair bir fikrimiz oluştu ve halen de sürüyor bu. Artık neyin daha önemli neyin öncelikli olduğuna dair şüphe götürmez gerçekler ortaya çıkıyor. Dünya aslında nasıl da hazırlıksızmış böyle bir belaya. Oysa elindeki olanakları olması gereken yere yöneltmek yerine ne kadar lüzumsuz alanlara yönelttiğini gördük. Toplumların sağlığına verilen önemin ne kadar geri kaldığını gördük. Süper devletlerin aslında süper olmadıkları gerçeği ortaya çıktı. Daha geri bıraktırılan ve bu süper devletlerce sömürüyle canına okunanların durumunun daha da vahim olduğunu gördük. Dünyanın azcık insanın düşüncesiz yaklaşımı durduğunda nasıl kendini yenilediğini gördük. Karbon salınımı nasıl da geriledi, Ozon Tabakası kendini tamir etmeye başladı. Ancak bunların bedelinin ne kadar ağır olduğunu insanlık yaşayarak gördü. Dayanışma. İnsanlık büyük şirketlerin insafına kalmamış bunu gördük. Bir birine can pahası yardımcı olabilen bir insanlığın da var olduğunu gördük. Sağlık emekçilerinin aslında sosyeteleşmiş, popüler kültürün mamulleri pop starlardan, futbolculardan daha değerli olduğunu gördük. Toplum sağlığına ayrılan bütçelerin yetersizliğini bilince çıkardık. Şarlatanların sırra kadem bastığını izledik. Yeryüzünde deprem kovanlardan tutun da Uzay mekiği düşüren başka inançlara düşmanlıktan beslenen, çalışmayan üretmeyen masum ve mazlum inanan dindar insanları sömüren bir sektör halini almış bu din simsarlarının aslında toplumun huzuru ve gelişmesi önünde nasıl engel olduklarını gördük. Böyle bir zamanda da hiçbir işe yaramadıklarını bilmemize rağmen yaşayarak gördük. Umudumuzu koruyanın, yaşamı var edecek geleceğin akıl ve bilimle var edilebileceği gerçeğinde buluştuk. Oysa önceden de biliniyordu. Lakin piyasa mantığı her şeyin önüne geçmiş vurguncu bir kapitalizmin elinde insanlık oyuncak olmuştu. Deniz bitti, lakin kara görünmedi. Oysa kim daha doğru tedarik ve üretimini sağlam tutuyorsa kendini güvence de hissedebildi.
Neydi kilit cümle “herkes virüsle buluşacak, ancak sağlık sistemi çökmeden, tıbbi hizmet alabilmesi için, yığılmaların önlenmesi ile bu mümkün olacak”. Öyle mi oldu? Kayıtsız kalmak, bilimin önerisini ciddiye almamak pahalıya patladı. Hastalarını koyacak yer bulamadılar. Yaşlılardan alınıp gençlere takılan, basit solunum cihazlarına muhtaç kalındığını gördük. Olmayınca cenazeleri koyacak yer bulamayan devletlerin acizliğini gördük. Avrupa bir kez daha sınıfta kaldı. Zor zamanlara hazır olmanın üretip, tedariki hazır etmekle mümkün olduğunu gördük. Neydi virüsü kontrol altına almanın yolu temas yok, evde kal. Evde kalıp ne yiyip ne içecektik. Buna gücü yeten ülkelerin nasıl açıklama yaptığını hep birlikte gördük. Ancak sanmayın ki sadece kendi varlık ve üretimleri ile bunu başarıyorlar. Bizim gibi her şeyi var olan ve ne hikmetse oraların vatandaşları gibi standartları bir türlü yakalayamayan ülkelerin sırtından kazandıklarıyla
da bu duruma gelmişlerdir. Evde kalıp evde kalanı besleyip,bakamayanların nasıl, çaresiz çırpındıklarını da gördük. Eğer ki bir yarın olacaksa üretip var etmekle bu mümkün olacak. Kuru binalar karın doyurmuyor. Boş araziler ekilip biçilmiyorsa, koyun kuzu yayılmıyorsa bir işe yaramıyor demektir. Kâr, faiz ve ranta dayalı ekonomilerin nasıl oyuncak edilebildiğini yakın zamanda yaşayarak gördük. Üretmek ve ürettiğinle insana layık yaşamak. Paylaşmak, zor zamanların dayanışması ayrıdır. Ancak kimse kimsenin hak etmeden emeğine ortak değildir. Hiçbir dünya görüşü bunu savunmaz. Başkasının emeğine zoraki ve korunup kollanan dümenlerle,el koyup azgın zenginler var etmek sadece kapitalizme özgüdür. Ortaçağ’da bir benzeri var idi bunun. Şimdi dünyanın tek bir yurt olduğunu, herkesin birbirine muhtaç olduğunu, kıran girdi mi ırk, din, dil ayırt etmediğini gördük.
Hayattır, bu nice felaketler arka arkaya gelse de bir şekliyle devam ediyor. Biz ders çıkardığımız sürece gelecek daha güzel olacaktır. Yarın yine var olacaksa üretmekle var olacak. Birbirini sevmekle, saymakla, düşene el uzatmakla, merhametle adaletle var olacak. Elbette çok umutluyuz. Hem kendi ülkemiz açısından hem dünya açısından. Yeryüzünde cennet coğrafyalardan bir tanesi ülkemiz değil mi? Her yerinden bereket fışkırmaz mı? Lakin bağrını yırtacağız toprağın, koyun kuzu tepinecek üstünde. Altı ona keza ne istersen var.
İnsanın birbirine yaptığını reva gördüğünü yani azgınca sömürmeyi doğaya da yapınca her şey cehenneme dönüyor. Sürdürülebilir bir üretim planlaması artık olmazsa olmaz. Aldığın gibi doğaya vermeyi, onu sevip saymayı acı da olsa öğreniyoruz. Ve halen sevmek ne güzel şeymiş diyoruz. İnsanı doğayı…
İnsan, diğer canlılardan müstesna lakin kibirle yaklaşırsa, bir karıncanın bir bacağını doğanın estetiğiyle yaratamazken, her şeyi mülkünde görüp acımasızca sömürürse kendi de bozuluyor, çirkinleşiyor. Hayata, doğaya bir birine sevgiyle yaklaştıkça güzelleşiyor. Sağlıkla,sevgiyle kalın.